"Global Düşün, Yerel Uygula"

Toplumsal Çürüme

5 min read

Gündemin akıl almaz şekilde değiştiği bir ülkede, bırakın bir gün önce söylenenleri, aynı gün söylenenlerin birkaç saat içinde unutulduğu, ertesi gün, sonraki ay ve yıllarda benzer süreçlerin tekrarlandığı içinden çıkılmaz bir sarmalın esiri olduk her birimiz!

Bu sarmal, inançlarımızı, adalet terazimizi, eğitim ve geleceğe dair umudumuzu, kişilere, kurumlara olan güvenlerimizi yıprattı, parça parça etti. Bu parçalanmayı, sosyal medya ve türevi iletişim araçlarının takipçi ve beğeni sayısını arttırmak adına ürettikleri birlik ve beraberlikten, dayanışmadan uzak çözümsüz içerikleriyle, herkesin bildiğinin tekrarından ibaret boş, anlamsız paylaşımlarla süslemesiyle, toplumsal çürüme sürecimiz daha da hızlandı.

Motivasyonu dibe vuran bu ruh haliyle kimilerimiz de memleket meselelerine oturdukları sıcak koltuklarından son kalan vicdan çığlıklarını attılar yıllarca. Kelimelerin ve kurulan cümlelerin içinin boşaldığı, kifayetini yitirdiği bu çeyrek asırda sosyal medyadan hoyratça… Bugün yaşadıklarımıza baktığımızda görüyoruz ki her bir isyanımız sanal alemin çöplüğünün boş bulutlarında asılı kalan işe yaramaz feryatlar olarak kalmışlar!

Havasını, suyunu, taşını, toprağını, yollarını, parklarını, ümidi, mutluluğu, hüznü ve çileyi paylaştığımız ülkemizde her birimiz, toplumsal ortak çıkarlarımızda dahi kutuplaşmış, birbirini dinlemeyen, motive etmeyen, tartışma kültürünü kaybetmiş, maskelerle dolaşan, ortak aklın yok olduğu aile içi yaşamlara döndük. Siyasal kutuplaşmaların objektif düşüncelerimizi yok ettiği gerçekliğine son yıllarda yaşadığımız pandemi ve ekonomik sorunlar da eklendiğinde, birbirimizden bir kat daha uzaklaştık.

Milletimizin %80 yaşamsal gerçeği taş devri ihtiyaç zincirinde hapsoldu; “Barınma, güvenlik ve beslenme”!

 Geride kalan milyonlarca yılda ülkemizde halen bu hiyerarşinin esiri olmamızın sorgusunu dahi yapamaz durumdayız… Ve bu ihtiyaçlarına çözüm üretememiş toplumdan Maslow’un “ihtiyaçlar teorisindeki” iş, kaynak üretmesini, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği sağlamasını, bir organizasyona ait olmasını, sevgi, arkadaşlığı, özsaygı, özgüven, empatinin gelişmesini, başkalarına saygı duymasını ve başkaları tarafından saygı duyulmasını, ahlaklı, erdemli olmayı, yaratıcı, içten, problem çözücü, önyargısız ve hakikatleri kabul edip ortak akılla çözüm üretmesini bekliyoruz!

Öyle ki bu çırpınışa; Sadece sade vatandaşın değil toplumun bir adım önünde sorunlara çare bulması gereken “sözde halkın seçtiği siyasilerin” de katılması, bu derin kopuşa tuz biber ekiyor.

Halkın seçtiği 600 milletvekiline nasıl olurda “sözde halkın seçtiği” derseniz, hemen kendinize şu soruyu sorun derim. Hangi siyasi partiyi desteklerseniz destekleyin son seçimlerde kullandığınız oylarınızı aklınıza getirerek, bölgenizden (TBMM) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, bulunduğunuz belediyenin meclisine gönderdiğiniz kaç adayı tanıyarak oy kullandınız?  

Bugünümüz ve yarınlarımız, ülkemiz, yaşadığımız kent, mahallemiz, ailemiz adına yaşamsal her ne varsa Millet adına Türkiye Büyük “Millet” Meclisinde kanun yapma yetkisi verdiğiniz kendi seçim bölgenizden kaç milletvekilini, belediyelerde meclis üyesini araştırdınız, liyakatlarını sorguladınız?  

Seçimler bittikten sonra bölgenizden seçilen milletvekillerinin kaçının bölgenizin sorunlarını dile getirdiğini, bunlar için savaştığını gördünüz? Bırakın savaşmayı kaçının yüzünü gördünüz?

Ya da biz her seçimde aslında neyi seçiyoruz hiç düşündünüz mü?

Partilerin bizler adına seçtikleri ve parti logosuyla önümüze koydukları adayları tasdikten başka vatandaş olarak nasıl bir katkımız var demokrasiye? 5 yılda bir gidip oy vererek vatandaşlık görevimizin bu tasdiklemeden ibaret olması sizce ironik bir durum değil mi?

Diyelim ki oy verdiğiniz partiye sonsuz güveniyorsunuz ve önünüze koydukları adaylara da bu ön kabulle yaklaşıyorsunuz. Peki o güvendiğiniz partilerin adayları belirleme kriterleri hakkında en ufak bilginiz, katkınız, sözünüz oluyor mu?

Önümüze tasdiklememiz adına sundukları o isimlerin, iş yaşamlarındaki kariyerleri, unvanları dışında, toplum adına karşılık beklemeden adaylıkları öncesindeki toplumun ortak menfaatlerinde ne sağladıkları, ne bedeller ödedikleri, vizyonları sorgulanıyor mu sanıyorsunuz?

Eş, dost, akraba, memleketli parti içi üyesi ve teşkilatlarının gözünü boyamaya dayalı, delege ağalığı ile koltuğunu korumak isteyen, kurdukları ve herkesçe bilinen bu siyasetçilik oyununun baş aktörlerini tanıyor muyuz? Bugün ülkemiz siyasetinde gelinen nokta, çağdaş gelecek vizyonundan uzak, günlük popülizmle kendini yaşatma konforunu seçmiş bir halde. Ve koca “kalabalık” bu günlük söylevlere alkış tutuyor!

Öyle olunca da, iktidarından muhalefetine lıyakati halk tarafından sorgulanmayan, sorgulanamayan, siyasette yıllanmış, siyaseti profesyonel bir “İŞ” gibi gören siyasetçiler kök salıyor. Bu klişe, kabuk sarmış, birbiriyle koltuk pazarlığı yapan köhneleşmiş organizasyon kimi zaman, “ Metal yorgunluğu, değişim şart, yenileniyoruz, gençleşiyoruz” diyerek üye tabanlarını sahte coşkulara kurban ediyorlar. Bu sloganlarına inandırmak için de aralarına birkaç yeni isim ekleyerek çok kısa süre sonra onları da bu kısırdöngünün parçası haline dönüştürüyorlar.  

Kesin bir tespit! Halk Türkiye’de siyasi partilere güvenmemektedir!

Her seçim döneminde kötünün iyisini seçmek için sandıkta savaş vermektedir.

Nitelik, nicelik kavramlarının içi bomboştur artık!

Millet olma kavramıyla ortak menfaatlerimizde kitlelere dönüşmemiz gerekirken, kolaycılığı seçip marifetmiş gibi birbirimize bir kulp takma yarışında ömürlerimizi tüketiyoruz. Ağız dolusu adaletten bahsedip, kişisel beklentilerimizin arzularıyla doğrunun değil gündemde olanın, hak edilmemiş unvan, makamların peşinde koşuyoruz. Yapmacık bir unvan ve statünün parçası olmanın bugüne dek ne kazandırdığını da sorgulamadan!

Toplumsal önceliklerimizin, dayanışma ve kolektif aklın yerini bireysellik alınca da, bu sarsıntıdan en olumsuz etkilenenler Sivil Toplum Örgütleri (STK) üyeleri, kanaat önderleri ve gönüllüler oluyor. Hiçbir makam, mevkisi olmayan, bırakın maddi beklentiyi üstüne harcayan, idealist bir ruhla toplumun sorunlarına, değerlerine, paha biçilmez zamanlarını feda edenler, risk alanlar, yazan çizenler, fikir üreten, ortaya emek, proje koyanlar, tarihin tozlu sayfalarına itiliyorlar. Sivil Toplum Örgütleri (STK) üyeleri, kanaat önderleri ve gönüllülerin emeğine saygı duyulmak bir yana, iktidarın da muhalefetin de çıkarlarına ters düştüklerinde fişleniyor, hedef tahtasına konuluyor, toplum nazarında ötekileştiriliyorlar!

Korkarım ki şapkamızı önümüze alıp kendimize bir çeki düzen vermezsek, yakın gelecekte bugün O hor gördüğümüz, görmezden geldiğimiz toplumsal çığlıklarda kesilecek! Eğer toplumun yarasına merhem olmak isteyen gönüllülere sahip çıkmaz ve onların “ biz ne yaparsak yapalım hiçbir şey değişmiyor” düşünce algısında kalmasına göz yummaya devam edersek, bilin ki kaybeden sadece bugün bizler değil bizden sonra gelecek evlatlarımız, kuşaklarımız olacak.

Dayanışmanın bir parçası olun, omuzlayın, omuzlayanlara sahip çıkın… Yeter ki isteyin!

Rahmetli Vedat Türkali’nin söylediği gibi

“ Düşüncelerini söylemekten korkarsa insan bir gün düşünmekten de korkar!”

Uzun zamandır yazmak içimden gelmiyordu…

Bıraktım gitti…

Kalın dostça, sevgiyle, sağlıcakla…

Uğur Barış Karabulut

 Yelpaze İstanbul- 20.01.2025 –

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reset password

Enter your email address and we will send you a link to change your password.

Get started with your account

to save your favourite homes and more

Sign up with email

Get started with your account

to save your favourite homes and more

By clicking the «SIGN UP» button you agree to the Terms of Use and Privacy Policy
Powered by Estatik